YÖK’ün Vakıf Üniversiteleri Raporundaki Sorunlar Buzdağının Görünen Kısmıdır!

YÖK’ün yayınladığı “Vakıf Yükseköğretim Kurumları 2020” raporu, üniversite sayısını arttırmayı marifet sayan yükseköğretim politikasının yarattığı sorunları ve vakıf üniversitelerinin niteliksel gelişimden ziyade kâr arayışına nasıl odaklandığını gözler önüne serdi.

Reklam harcamalarının kütüphane harcamalarının kat kat üstünde olduğu, öğrenci başına cari harcamaların kar-zarar ikiliğine sıkıştığı, “müşteri” popülasyonunun yoğun olduğu İstanbul’da arz-talep ilişkisine göre üniversitelerin açıldığı raporda dikkat çekici başlıklar oldu.

Ancak belirtmek isteriz ki bu sorunlar vakıf üniversitelerinde yaşanan sorunların küçük bir kısmını oluşturmaktadır. Bugün vakıf üniversitelerinde öğretim elemanları maliyeti arttırdıkları gerekçesiyle işten atılmaktadır. Araştırma görevlileri sokaklarda üniversitenin reklam broşürünü dağıtmak zorunda bırakılmaktadır. Eleştirel ya da muhalif görüşü, akademik çalışmaları nedeniyle bilim insanları işten atılma tehditlerine maruz kalmaktadır. Öğrenciler müşterileştirilmekte, üniversiteler şirket mantığıyla yönetilmektedir.

Bunlar yetmezmiş gibi YÖK ve siyasi iktidar, vakıf üniversitelerinde yaşanan sorunları “şirket üniversiteleri” açarak çözeceğini ifade etmekte, adeta aklımızla dalga geçmektedir. Hâlbuki devlet ve vakıf üniversitelerinin karşısındaki en temel sorun, yönetenlerin sahip olduğu üniversite fikri ve üniversiteye atfettiği rolün kendisidir.

Dicle Üniversitesi Kürt Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde Kürtçe YASAK!

Dicle Üniversitesi Kürt Dili ve Edebiyatı bölümünde Kürtçe tez yazılmasının yasaklanması, sadece eğitim biliminin temel ilkelerinin ve akademik özgürlüğün yok sayılması değil, aynı zamanda muhalefeti yok sayma, etkisizleştirme ve görünmez hale getirme hedefinin görünür biçimidir.

Bir dilin ve o dile ait edebiyatın hem kabul edilip hem yok sayıldığı, hem yasaklanıp hem sınırlı biçimde izin verildiği bir dönemde, siyasi iktidarın çıkarlarının her şeyin üzerinde olduğu tüm açıklığıyla görülmektedir.

Eğitim Sen olarak, söz konusu kararın kabul edilemez olduğunu, diller üzerindeki tüm yasakların insanlığın ortak değerlerine zarar verdiğini belirtmek isteriz. Siyasal sadakat gösterisine soyunan üniversite yönetimine çağrımız, hukuksuz bu uygulamadan hızla vazgeçmesidir.

Üniversitelerin demokratik, eşitlikçi ve özgürlükçü bir öğrenme atmosferine sahip olmaması, o kurumun üniversite olamayacağının temel göstergesidir. Ne yazık ki Türkiye üniversiteleri, siyasi iktidarın ve rektörlerin elinde uzun yıllardır can çekişmektedir. Bilinçli biçimde çoraklaştırılan bir akademi ile üniversiteler “mış” gibi yapmaktadır. Bu nedenle YÖK, bizzat sorunun faili olmasına rağmen, sorunların temel nedenini gözlerden kaçırdığı raporlarla, niteliği değil niceliği kamuoyuna sunan araştırmalarla karşımıza çıkmakta ve sorumluluğunu gizlemeye çalışmaktadır.

Eğitim Sen olarak ısrarla söylediğimiz gibi insan, toplum ve doğa yararına bir üniversitenin mevcut politikalarla var olması mümkün değildir. Bu nedenle üniversitelerin siyasi iktidarın ve sermaye çevrelerinin karşısında kurumsal özerkliğe sahip olması, akademik özgürlüğün ve iş güvencesinin sağlanması, kamusal finansmanın temel alınması, üniversite bileşenlerinin kolektif yönetimi ve denetiminin var edilmesi acil bir ihtiyaçtır.