Cumhurbaşkanlığı Eğitim ve Öğretim Politikaları Kurulu tarafından 18 Haziran 2020 tarihinde Cumhurbaşkanlığı’na sunulan “Yükseköğretim Reformu Cumhurbaşkanlığı Politika Belgesi Taslağı”nın kamuoyunun bilgisine sunulan sınırlı halinden anlaşıldığı kadarıyla (Zira belgenin tamamı kamuoyundan deyim yerindeyse sır gibi saklanmaktadır.) iktidarın yükseköğretim alanında köklü değişiklikler hedeflediği görülmektedir.
Paylaşılan bilgiler incelendiğinde daha önce de pek çok kez gündeme gelen “Yükseköğretim Reformu” çalışmalarındaki modellerde ısrar edildiği anlaşılmaktadır. Önerilen her değişikliğin, iktidarın müdahaleleriyle daha fazla can çekişen üniversiteleri üniversite olmaktan tam anlamıyla çıkaracağı tüm açıklığıyla karşımızdadır. Şöyle ki;
- Üniversite yönetimlerinde konseyler oluşturulması, bu konseylere dışardan atamaların yapılması öngörülüyor. Uzun süredir kamu yöneticilerinin atamalarındaki sadakat ve itaat arayışının uzantısı olan, yakın zamanda banka yönetimlerine yapılan atamaların örneklerini üniversitelerde de göreceğimizin habercisi olan bu sistem, üniversite yönetimlerindeki pervasızlığı, hukuk tanımazlığı, güç sarhoşluğunu arttıracaktır. Üniversite bileşenlerine kapatılan yönetimsel süreçlerin, sadece sahip olduğu para gücü nedeniyle çeşitli kişilere açılması iktidarın üniversitelere bakışının özetidir. Elinde çekiç olanın her şeyi çivi sanması gibi, yeni rejim her yerde para, güç ve sadakat görmek istemektedir. Ancak bu durum, hem üniversitelerin hem de toplumun geleceği için fazlasıyla yıkıcı olacaktır.
- Vakıf üniversiteleriyle ticarileştirilen yükseköğretim sistemine şirket üniversiteleri eklenmek isteniyor. Bilindiği üzere vakıf üniversiteleri kanunla kurulan ve kâr amacı gütmemesi gereken üniversitelerdir. Ancak bu üniversitelerin kamu yararından çok kendi maddi çıkarlarını düşünüyor olmaları, birer şirket gibi hareket etmeleri üniversite niteliğini ortadan kaldıran temel unsur olmuştur. Üstelik akademisyenlerine sokakta reklam broşürü dağıttıran, öğrencilerini müşteri gibi gören bu üniversitelerin sayısı da kasıtlı biçimde arttırılmıştır. Şimdi de vakıf üniversitelerinde sorun yaşıyoruz, doğrudan “şirketler üniversite kursun” açılımının yapılması büyük bir aldatmacadır. Çünkü Türkiye’de demokrasinin ve evrensel hukuk normlarının ortadan kaldırılmasının yanı sıra akademinin güvencesiz istihdamıyla, makbul görülmeyen akademisyenin işten atılması ya da susturulmasıyla, akademik çalışmaların üzerindeki baskı ve denetim mekanizmalarıyla politik güvencesizlik inşa edilmiştir. Hâlbuki iş güvencesinin olmadığı yerde düşünce ve ifade özgürlüğünün olamayacağı çok açıktır. Kamusal finansmanın olmadığı yerde patron neyi makbul görürse onun üretileceği de çok açıktır. Bu nedenle üniversitelerde kurumsal özerklik, iş güvencesi, kolektif yönetim ve denetim, akademik özgürlük olmazsa orası üniversite olmaz, şirket olur. Bu gerçek asla unutulmamalıdır.
- Kurulmak istenen “Bölgesel Mesleki Eğitim Üniversiteleri” de bu anlayışın devamı niteliğindedir. Getirilmek istenen bu model ile tamamen sermayenin ihtiyaçlarına göre şekillenen birer mesleki eğitim programına dönüştürülecek bölümler ve sermayenin kâr arzusunun belirlediği iş gücü ihtiyacını yetiştirecek meslek okulları yaratılması hedeflenmektedir. Sektörel destekçilik maskesi altında sunulan anlayış̧, üniversiteleri sermayenin eline teslim etme anlamına gelecektir. Bu şekilde ilgili programın finansmanının “sektörel destekçi” firmalar tarafından yapılması hedeflenmektedir. Kamusal finansman yerine piyasaya terkedilen programın yapısının da işletmeler tarafından belirleneceği açıktır. Bu yapı, üniversiteleri işletmeye dönüştürme mantığının parçasıdır. Üniversiteler işletme değildir ve üretim süreçleri ile üretilen hizmetlerin topluma sunuluşu metalaşma mantığı içinde ticari amaçlı olmamalıdır.
- Cumhurbaşkanlığı politika belgesinden anlaşıldığı kadarıyla uzaktan eğitim ve açık öğretim sistemi daha fazla üniversiteye yayılmak istenmektedir. Belli ki salgın dönemi ve istisnai olması gereken uzaktan eğitim modeli, kâr arayışları içerisinde daha fazla yaygınlaştırılmak istenmektedir. Ancak, uzaktan eğitim sisteminin çok sayıda olumsuz sonuçları bulunmaktadır. Uzaktan eğitim, üniversiteyi sadece müfredata dayalı derslere ve bunların sonunda diploma veren bir kuruma indirgemektedir. Öğrencilerin sosyalliğini, üniversitenin farklı biçimlerde kolektif öğrenme süreçleri olduğu gerçeğini ve tarihiyle, değerleriyle, bileşenleriyle özgür düşüncenin yeşereceği bir mekân olarak üniversite fikrini yok saymaktadır. Ayrıca uzaktan eğitim sistemi kadın öğrencilerin kamusal ortama katılmasının önünde yeni bir engel teşkil edecektir. Diğer taraftan YÖK’ün açık erişime açtığı YÖK Dersleri Platformu intihal skandalıyla da gündeme gelmiştir. Hâlihazırda üniversite eğitiminin sorunlarına çözüm bulmak yerine uzaktan eğitim ve açık öğretim sistemini “yaygınlaştırmayı” önermenin üniversite açısından da toplum açısından da mezun sayılarını artırmaktan başka bir işe yaramayacağı açıktır.
Kısacası, üniversiteler tarihinin en kötü dönemini yaşamaktadır. Bu döneme ve bu dönemin getirdiği pervasızlığa, yolsuzluğa, hukuksuzluğa, kayırmacılığa asla alışılmamalıdır.
Üniversiteler bugün Cumhurbaşkanı tarafından atanan rektörlerin güç sarhoşluğuyla yönetilmektedir. Ancak üniversite bileşenlerinin sesini duyurabileceği imkânlar kısıtlı da olsa hala bulunmaktadır.
Üniversiteler ve YÖK akademisyenlerin, idari ve teknik personelin, taşeron işçilerin, öğrencilerin haklarını yok saymaktadır. Üniversitelerin ve yöneticilerinin adları adaletsizlikler, haksızlıklar, hukuksuzluklarla anılır olmuştur. Ancak bu gidişat ilelebet sürmeyecektir!
Eğitim Sen Yükseköğretim Bürosu olarak, üniversiteleri yeniden üniversite haline getirebilmek için var gücümüzle mücadele etmeye devam edeceğiz. Gücümüze güç katmak için muhalefet partileri başta olmak üzere demokrasiden, bilimden, özgürlüklerden yana herkesi üniversitelerde yaşananları yakından takip etmeye çağırıyor, üniversite fikrini ve üniversite bileşenlerini savunmaya davet ediyoruz.
Eğitim Sen Yükseköğretim Bürosu